16 Mayıs 2012 Çarşamba

Düşünmeyi Düşünmeli...

Düşünmek zevklidir, anlamların keşfine yolculuğa çıkarır seni
Düşünmek iyidir, insanın hayatında sağlar tazelenmesini
Düşünmek güzeldir, hayatındaki anlamları keşfettikçe serer önüne güzellikleri
Düşünmek farkındalıktır, farkettirir hayatındaki yerini
Düşünmek zenginliktir, farkedersin ufkunun genişlediğini
Düşünmek ölçüdür, doğru olana sürükler seni
Düşünmek vicdandır, yanlıştan alıkoyar seni
Düşünmek tehlikelidir, yanlış anlarsan yanlışın, doğru anlarsan doğrunun içinde bulursun kendini
Düşenmek yazmaktır, dökersin satırlara düşünmenin tüm nimetlerini...
İşte bu yüzden düşünmek sadece düşünmek değildir,
Düşünmek için ise düşünmek gerekir...
Düşünmesini bilene...

13 Kasım 2011 Pazar

Kaybeden Kim?


Saygı duyarsın kimi insanlara hayatta. Gerek yaptığı işleri gerek duruşu karşısında saygıda kusur etmeye korkarsın. O diyorsa vardır bir sebebi dersin kimi zaman aldırmayarak . Gıpta edersin başardıkları için, gıpta edersin hayattaki sağlam duruşu karşısında. Yeni bir bakış açısı kazandırır beklide farkında olarak ya da olmayarak. Gördüğün güzellikleri sen de hayatına katmak istersin ve kaynağından beslenmek istersin. Israrcı olursun bıktırırcasına beklide bilinmez… Çünkü bilirsin ki hayatta elde etmek istediğin şeylere ancak peşini bırakmadığında elde edersin. Eğer dualarımızın kabul olma koşullarından biri de duada ısrarcı olmaksa çok mu bu peşine düşüşler… Çok mu hayallerinin peşinden gitmek istemek… Çok mu mahcup edalarla yapılan serzenişler…. Çok mu gecelerde dualarla büyüttüğün goncaların kokusunu cihana duyurma arzusu… Çok mu uğruna yaşlar akıttığın hayallerin için Nebi misali kapıları aşındırmak. Çok mu, gerçekten çok mu? Eğer gerçekten çoksa sen de çok oluyorsundur ve bunu anladığın anda haddini bilir çekilirsin sessizce. Yıkılmış duvarların altında kalmışçasına… İşte o zaman anlarsın o saygı duydun insanların aslında çok da saygı duyulacak bir yanlarının olmadığını. Herkes gibi insan olduğunu ve aslında saygıda kusur etmeyeyim derken kendine olan saygına kusur ettiğini anlarsın, kızarsın kendine… Keşkelerinin yanına bir çizik daha atıp terhisini beklercesine; keşke gıpta ettiğim haliyle kalsaydı da ne kendime bu keşkeleri yaşatsaydım ne de ne de hüsn-ü bakışlar zuizanlı bakışlara dönüşseydi dersin için yanarcasına… Neylersin unutursun işte “insan” dır en nihayetinde karşındaki de ve sen onda görmen gereken asıl güzelliği göremediysen böyle keşkelere  gark olursun işte çaresiz…
İşte bir kırıklık daha, işte bir keşke daha yaşarsın. Yıkıntıların arasından yeniden kalkman gerekir şimdi. Ama tek başına… Bir elin uzanmasını istemezsin, beni bana bırakın dercesine bir keşke daha yaşamamak için. Zaten kimsenin eli de uzanmaz ne acıdır ki. Kırılan hayallerimin altında kalan bedenim nasıl kalkar yeniden bilinmez. Ama şunu iyi biliyorum artık, ne kadar gıpta edersen et, istifade edeceğin insanları iyi seçmeli  insan. Zira kimi insana sadece gıptanın bakmak kısmı layık oluyor ne yazık ki ve yanlış anlaşılan, üzülen bir tek sen oluyorsun hayatta. Ve varsa hayatta birilerine gıpta ile bakılan insanlar; unutmamalıdır ki sonucu hüsran, kırıklık olsa da aslında burada çok olan gıpta eden değil gıpta edilendir. Çünkü böyle bir durumda zaten gıpta edilecek insanın aslında gıpta edilecek bir şeyi olmadığını anlarsın ve aslında asıl yıkıntıların altında kalan bu insanlardır. Yani aslında kaybedenler gıpta edilecek vasfı varken bunu kaybedenlerdir ancak…En önemlisi de her gün en az bir defa kendileri için yapılan duayı kaybetmeleridir…

Çaresiz


Neden bu kadar canım yanıyor benim? Neden kendimi bir pazar ile pazartesi günü arasına sıkışmış gibi hissediyorum. Ne bir adım ileri ne bir adım geri atabiliyorum. Zaman daralırken saatli bomba misali hayatımda, ben hala önümde duran iki kablodan birini kesmeye yeltenemiyorum bile. Kim açtı dünyama gizlice girip bir pazar günü ile pazartesi günü arasındaki kuyuyu? Peki, kim gizledi bu kuyuyu gecelerin ve uykuların altına? Bir kuyuya düştüm ansızın. Uğraşıyorum çıkmak için…

31 Temmuz 2011 Pazar

Veda

By Özgün ERDEM
Son defa seyrediyorum ey güzel şehir gün batımını penceremden...
Etrafta hüzün rengi ışıklar, kayboluyor ufukta elveda dercesine...
Günün üzerinden elini eteğini çekercesine ...
Tüm yaşananları geçmişe hapsetmek üzere peşinden sürüklercesine...

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Anlatıcaklarım var sana dair...


Bu satırlar sana anlatmak istediklerimin  kırıntılarıdır sadece…
Şimdi sana bu kırıntıları sunabilmek için işaret parmağımın ucuyla tek tek toplayıp dolduruyorum kalemimin mürekkebinin içine; sana yazılmak üzere olan bu satırlara işleyebilmek için…
 Hiç sırdaş aramadım ben hayatta çünkü sen vardın,
Birilerinin kıyafetimi beğenmemesi önemli değildi benim için, çünkü sen beğenmiştin,
Birilerinin beni anlamaması önemli değildi benim için, çünkü sen anlamıştın,
Birilerinin bana inanmaması önemli değildi benim için çünkü sen bana inanmıştın.
Bilir misin? Seninle tanıdığım için tatlı gelir bana Eskişehir,
Seninle tanıdığım için sinemaya gitmek bana zevk verir ,
Seninle tadı bir başka oldu hep gece yediğim yemeklerin,
Seninle gece yarılarında yaptığımız seanslarla sevdim yabancı dizi izlemeyi.
Seninle bir başka oldu hep mutfakta vakit geçirmek, alış verişe gitmek, gecenin bir yarısı sokakları arşınlamak, fotoğraf çekmek için komik hallere düşmek, hüzünlenmek ve daha niceleri…
Teşekkür ederim hayatıma renk kattığın için,
Teşekkür ederim saydığım ve sayamadığım güzelliklerle beni tanıştırdığın için.
Hamdediyorum varlığını idrak ettiğimden bu yana seni Vareden’e…
Bugün 4 Nisan. Ben bir kez daha şükrediyorum yıllar önce bugün seni dünyaya getiren Rabbime ve teşekkür ediyorum vesile olan canım anneciğime…
Ve dua ediyorum;  gönlündeki her şey hakkında hayırlı olsun, hakkında hayırlı olan her şeye gönlün rzı olsun, hep gül ve mutlulukların en güzelleri senin olsun…
İYİ Kİ DOĞDUN AĞBİCİM BENİM, iyi ki doğdun, iyi ki varsın, seni çok seviyorum…
Acemi nakkaş kardeşin Ayşegül:)
elsrose

Çözemedim

Arafta beklerken yorulduğumu, beyaz huzurların yerini gri bulutlara bırakmaya başladığını hissediyorum. Hissediyorum ve his ediniyorum hissettiklerimi… Karanlığa meydan okuyan ışıkların gözümün karasına meydan okumasına seyirci kalıyorum ilkin, melodilerin eşlik ettiği sessizliğimin konuğu yalnızlığım pencerenin kenarında sema manzarasıyla ağırlıyor beni … Elimden ne gelir bilmiyorum. Mutlu eden ve etmeyen şu tenin yapacak o kadar çok şey varken neyi nerden öylesine tutayım bilmiyorum. Çözemedim hala nasıl devam edeceğimi, ne zamana kadar sürecek bilmem ki bu bekleyiş. elsrose

Son Perde


Hayatımın dönüm noktalarının ilk perdesini araladığım ey güzel şehir! Bir taraftan seninle başlayan tiyatronun bitmesinin ardından başlayacak yeni hikâyelerin olmasının sevinci, diğer yanda ise her bir dakikana kazıdığım yaşadıklarımın bitişinin hüznü. Yepyeni bir tiyatronun başlangıcıydı sinene beni kabul ettiğin gün. Hikâye hüzünle başlamıştı hatırlar mısın? Hani alışamamıştım sana, yer bulamamıştım sinende kendime. Sana alışabilmek için sokaklarında eritmiştim kimsesizliğimi. Gözyaşlarımla suladığım yalnızlığıma yağmurlarınla eşlik etmiştin hani. İlk o zaman dar gelmiştin bana, ilk o zaman öğretmiştin insanın kâinatı içine çekse de bir nefeste, yine de sinesinin nasıl daraldığını. Zaman ilerledikçe tiyatroya yeni figüranlar eklendi ve her yeni nefeste daha az havayı içime çekerek sinemi genişletmeyi  öğrettin bana. Seninle olabilmek için soluğumu esirgedim canımdan yeni bir can ol diye bana. Yeni bir can olmalıydın ve böylece açmalıydım sinemi. Açmalıydım çünkü karşılaşacaklarımı kaldırmazdı seninle tanışmadan önceki sinem. Canım yandı ilkin çünkü önce kendimi sığdırmalıydım sineme. Her girdiğim sokağında soluğumu biraz daha esirgedim seni de sineme alabilmek için. Sineme girmenle yeni yeni figüranlara kavuştu hikâye. Yeni insanlar, yeni mekânlar, yeni sesler…  Her geçen gün yaşananlar yeni bir replikle renklendirdi bu tiyatroyu bir fırça darbesi misali. Kimi zaman bozdu belki ya da bozdu gibi göründü bir fırça darbesi resmin ahengini. Ama her bir bozuk darbeyi de bir parça olarak kabul edince onunla bir ahenk oluşturacak yeni fırça darbeleri keşfettirdin bana.
                Gün geldi seninle olabilmek için esirgediğim soluğumu bir göl kenarında, bir dağ manzarasında ya da bir sema seyrinde yeniden verdin bana. Her verdiğin nefes tiyatroya yeni bir perde ekledi ve her perdede bir öncekinden daha iyi performans sergilemeyi öğrettin bana. Yeni performanslarla gelen yeni figüranlar ise başlarda kimi zaman kırılan kimi zaman eriyen kalbime bir şekil verdi eğilip bükülmemesi için. Çünkü ancak böyle kazanabilirdim hayat karşısındaki sağlam duruşu. Kimi zaman söylemek istediğim repliklerim oldu hayata dair bir sonraki perdelere kalan. Kimi zamansa gecelerinle dertleştiren canımı yakan figüranlar oldu. İşte o zaman yeni soluklar doldurdun içime ve yeni perdeler açıldı sahnede. Geçmiş perdelerde kaybettiklerim, sonraki perdelerde kazandıklarımla, kimi zaman geçici kimi zaman gerçek zaferlerle yetiştirmiş oldum kendimi. Yetiştikçe de ne kadar az yol aldığımı fark etmeye ve ne kadar çok gidecek yolum olduğunu, daha oynanacak ne kadar çok sahne olduğunu fark ettim. Gün geçtikçe yol uzuyor ve çetinleşiyor, dayanmaksa güçleşiyordu. Gelecek bunca sahneyi kaldırması için bu sinenin yeni soluklara ihtiyacı olacaktı. Çünkü senden ayrıldığımda kendi soluğumu kendim bulmalıydım. Bunun için de yeni diyarların dağlarını, gecelerini ve semalarını keşfe çıktım. Artık yeni yerler keşfettikçe beni çağıran yeni diyarların sesi senden ayrılığın vaktinin geldiğinin haberini fısıldıyordu kulağıma.
Yeni diyarların soluklarını önce seninleyken solumaya başladım. Çünkü artık bana verecek soluğun tükeniyordu ve benim sona yaklaştıkça daha çok nefese ihtiyacım oluyordu. Böylece genişleyen sinemle birlikte artan perdeler ve figüranlar bu tiyatronun bir yerde bitmesi gerektiğinin, artık başrol oyuncusunun finalini yapması gerektiğinin sinyallerini veriyordu. Öyle bir final ki genişleyen sinenin sergileyeceği yeni tiyatroların habercisi olmalıydı.
Son perdedeyim ve bu hikâyenin tamamlanması için hikâyenin başına yani ilk perdeye döndüğümü görüyorum. Yeniden, kâinatı çeksem de içime bir nefeste; içime sığmayacak kadar sinemin daraldığına şahit oluyorum. Ve yeniden şahit oluyorum senin bana dar geldiğine. Artık ayrılık şarkısının bestelendiğinin habercisi oluyor yeni diyarların solukları. Sonra dönüp bakıyorum bu bestenin nasıl oluştuğuna…
Önce sinene aldın beni, sonra kendinle birlikte kendimi ve tüm dünyayı sineme sığdırmayı öğrettin bana. Şimdi ise çoktan bir yerlerden ayrılık şarkısı çalmaya başladı ve ben çoktan finalimi oynamaya başladım bile…
elsrose

21 Nisan 2011 Perşembe

Ateşinde Yandığım Geceler




Yorgun düşüyorum artık kendimi dinlediğim, kulağıma sırlarını fısıldadığı gecelerimi kovalamaktan. His dünyamın damağında kalan o eşsiz lezzetini tattırdıktan sonra bıraktı sanki ellerimi, sakladı kendini gecenin içindeki dehlizlere saklambaç oynarcasına. Kovalamamı ve bulmamı bekledi benden kendisini o dehlizlerin içinde. Hâlbuki gündüzlerimdeki dehlizlerden kaçışlarımdı gecelerin lezzetini bana tattıran. Gündüzlerimin çıkmazları arasında kaybederken;  gecelerimde buldum kendimi. Gecelerimde gözlerimin ışığıyla güneşi, gözyaşlarımla suyu ve aklımla da toprağı aratmayarak filizledim hayallerimi. Hece hece seslenerek işledim, süsledim hayallerimin üzerine düşüncelerimi.  Sonra da düşüncelerimi işlediğim hayallerimi seyre dalıp yazdım kendimi satırlara.
Uyanık görünüp esrarlı uykulara daldığım gecelerimin ortasına düşüşümdü düşünce silsilelerime yaptığım kâtipliğim. Dalga dalga büyürken zihnimdeki ummanın yangını; şafağın kıyılarına değin yaktı âlemi. Her bir harf körüklerken yangınımı ben de yandım kendi ummanımın ateşimde. Gündüzlerde dehlizler içinde bir inci gibi büyütürken yaktım gecelerimde hayallerimi ve düşlerimi. Tıpkı gecenin o eşsiz lezzeti gibi tat bıraksın damaklarda diye. Şimdi bir külleri kaldı aklımın üzerindeki hayallerimin, bir de aklımın içindeki tohumu ellerimde. Beni bana yazdıran gecelerimde kendimi ve hayallerimi yakmayı öğrendiğim gibi şimdide küllerimin arasından yeniden hayallerimi filizlendirmeyi öğreniyorum, hayal tohumumu yeniden kül olacağını bile bile. Ama şunu da biliyorum ki bir gün gelecek ve küllerimin arasında büyümeye fırsat bulamayıp tekrar kül olan hayallerim kendi yangınım içinde yeşerecek, boy verecek. İşte o zaman benden kaçan gecelerimin saklanacak bir yeri kalmayacak. O vakte kadar kovaladığım gecelerim yoracak beni, nefesimi kesecek… Hayallerimi son defa kül olsunlar diye filizlerken hece hece seslenebilmek içinse seni bekleyeceğim…
elsrose

28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Kelebek Bekliyorum...

By Acizane

Çatlarcasına daralırken sinem, bir nefeste tüm kâinatı çeksem içime yine de sığmaz bu sineye… Tırtıl misali kozayı zorlamak mıdır bu bilmem.  Bir kelebeğe gebe olduğundan mıdır bu sinenin bu tende sığmayıp zorlanışı… Bir kor gibi yanarken bu sine her nefeste, kimi zaman karşılaştığım bir tebessüm, bir ses su serper ama öyle bir zaman gelir ki için için yanan bu sinenin yangını bir rüzgârla hararetlenir yeniden.  Yeniden bir nefeste kâinatı çekmeye çalışırım içime… Bir sevinci, heyecanı bile sinemde koyacak yer bırakmaz bu yangın, yakar kavurur. Yaşayamadan sevincimi, heyecanımı kül olup savrulur evrendeki yıldızlara eşlik edercesine… İçimdeki bu yeşermeye fırsat bulamayan hissin ne olduğunu da kavrayamamak bir yana bu hissin ne olduğunu kavrayacak kadar yaşama alanı yok sinemde…  Ne zamana kadar bu sonsuz daralmışlık ve hislerimin yıldızlara olan eşliği bilmem… Bekliyorum belki bir gün göz kamaştıran renkleriyle bir gün bir kelebek kozasından çıkar diye… Ömrü bir günlük de olsa bir kanat çırpınışı görmekle gönlümün sükun bulacağı bir kelebek bekliyorum…
elsrose

24 Şubat 2011 Perşembe

Bu Gece Bekletmeyeceğim Seni Ey Yar!


Gecenin en derin sessizliğini bekliyorum Yar! En koyu kuytu köşesinde sessizce haykıracağım dizlerinin dibinde sana olan özlememi. Geceyi bekliyorum! Ey yar; gecenin en tatlı anını bekliyorum bütün acılarımı anlatmak için sana! Sen ki her gece usanmadan gelmemi bekliyorsun ama nasıl bir sevgiyse bendeki sevdim derken erteledim gelişlerimi. Bu gece geleceğim ey Yar! Dayanamıyorum kaçışlarımın verdiği acıya. O huzur ikliminde Nil olup akmak istiyorum bu gece! Bu gece bekletmeyeceğim seni ey Yar! Çünkü sana o kadar ihtiyacım var ki, senin o emniyet veren ellerine o kadar ihtiyacım var ki… Bu diyarı, bu geceyi sensiz ve hissiz bırakmayacağım! Hasretin ne kadar zor bir bilsen ama ben vefasızım neyleyim. Kalbim ancak hasretinden kor gibi tutuştuğu zamanlarda hasretinin farkına varıyorum! Ey yar; ama yine de belki affedersin okşarsın saçlarımı diye senin yanına koşacağım bu gece. Dizlerinin önüne koyarken dizlerimi inciler dökmeye geleceğim ellerine. Yüreğimi ellerine bırakmaya geleceğim bu gece, kabul eder misin ey Yar! Affeder misin?
elsrose

Masumiyetin Neşesi


22 Şubat 2011 Salı

Tamamlanır Mı Bir Gün Yarım Kalan Bu Resim?



İlk emaresiydi yıllar öncesinde görülen rüya. Sonra lise yıllarımın sonu, üniversite hayatımın başı ve üniversite hayatının sonlarına yaklaşırken bir derenin yatağının değişmesi gibi çizdiğim hayat yolunun değişmeye başlaması... Gerçekçi argümanlarla kurduğum ve yolumu çizdiğim hedeflerim birer birer çirkin yüzünü göstermeye başladı. Oysa ne çok seviyordum, ne kadar da bütünleştiğimi düşünüyordum, işte olmam gereken nokta diyordum. Gerçekleşmesinden vazgeçtiğim, çocukluğumun masumiyetini taşıyan, illa her şeyin gerçekçi olmasının gerekmediği hayalimde kurduğum dünyamı bir kenara atmıştım, hatta unutmuştum bile. Hani hayat çok acımasız ya, hani her şeyi sağlam temellere oturtmaya çalışmak gerekiyor ya, yaşayabilmek için elle tutulur şeyler olması şart ya hani(!) Bu yüzden hep yarım kalan gülüşlere, göz yaşlarıma, ömrüme geç kalmışlıkların sızısını yaşattım. Gitmek istediğim yolda karşılaştığım yolcuların sona yaklaşırken düşürülen maskelerini görüyordum. Şafağın sökmeye başlamasıyla kararmış kalplerin zifiriliğinde koyulduğum yolun bir maskeli balodan ibaret olduğunu tanıklık ediyordum şimdi. Işığın aydınlatmaya başladığı yolun konuklarının bu yola ait olduğuma dair çabalarının verdiği tiksintinin ve ürkütücülüğün katmerleşen soluklarını her geçen dakika daha yakından hissetmeye başlıyordum. Karanlığın cahilliğiyle girdiğim yolda yanıma aldığım merhemler aldığım darbelerin tek ilacı, tesellisi oluyordu. Üstüne üstlük bu yolun konuklarının merhemlerimi atmam gerektiğini söylemeleri ve alabildiğine acımasızlaşarak elimden almaya çalışmaları tiksinti ve korkularımı bir kara deliğe dönüştürüyordu. Ne kadar da güzel yamamışımtım kendimi ait olmadığım bir dünyaya.
  Merhemlerim… Elimden tutulduğunun en güzel göstergesiymiş meğer. O dünyada bir yama olduğumun, aslında yapbozun bir parçası olduğumun ve tamamlamam gereken bir resmin olduğunun en güzel göstergesi… Korkulara karışmış şaşkınlığımla ne yapacağımı bilememenin belirsizliği içinde yolun sonuna gelip de kapanmaması için kapı arasına koyduğum kan revan içinde kalan ayaklarım… Yabancılığımın farkına vardığım yoldan, çırpınışımı görüp de maskelerinin altından memnuniyet gülümsemesi savuran konulardan kaçma isteğim… Sona yaklaşırken tükenişe doğru şahlanan, sızan kanlarımın bir su birikintisine doğru ilerleğini görüyorum. Sonra şafağın hüzmelerinin verdiği aydınlıkla kendimi görüyorum su birikintisinde. Maskem yok, rengim solgun… Hala var olduğumun az da olsa vaktimin olduğu olduğunun gerçeğiyle yüzleşirken merhemlerimi sürüyorum yaralarıma, korkularımı bir kenara bırakıp yolcusu olduğumu düşündüğüm asıl yola ait bir iz aramaya koyuluyorum.
Şafaktan beliren sessiz bir gölgeye ilişiyor gözlerim. İlerledikçe arkasından bir ışık hüzmesinin eşlik ettiğine şahit oluyorum. Bu gölgenin kaynağını arıyor gözlerim hissiz bedenlerin olduğu ıssız çölde. Yaklaştıkça küçülen kaynağın hissizliklerin içindeki sessizliği tanıdık gelmeye başlıyor… Gözle görünür hale gelen kaynağın uzaktan duruşu; üstünü sözde gerçeklerle örttüğüm geçmişimin içine çekiyor beni .Yaklaşmaya korkuyorum ilkin. Karanlık bir mağaradan çıkan birinin ışığa bakmaktan korkması gibi… Donakaldığım zeminden ayaklarımın arasından su birikintisine karışan kanımın çatlarcasına bu kaynağa koşması çözüyor bedenimi. İlerliyorum ve ilerledikçe üstü aydınlanmaya başlıyor bir yolun. Bu hava, bu iklim, bu renler, bu rüzgar değdikçe bedenime merhemlerimin sürüldüğü yaralarıma sargı oluyor adeta. İlerledikçe yaralarım iyileşiyor, yarlarım iyileştikçe de yepyeni bir bedene bürünüyorum. Kaynağa ulaştığımda ise kendimi çocukluğumun masumluğuyla kurduğum hayallerimin içinde buluyorum.  Yenilenen bedenimin içine giren çocukluk ruhum  hayallerimde gitmeyi bıraktığım yolumu gösteriyor bana.
 Kerahetin çıkmasıyla aydınlanan yeryüzünde bıraktığım yolumun berraklığı ve yolcusuzluğun verdiği cılızlığıyla karşımda duruyor. Tükenişliğin içinden yeniden hayat buluşumla koyuluyorum bu pak yola ve bir o kadar huzurlu… Dönüp bakıyorum arkama bir ara… Gerçek ruhumun gözlerime verdiği güç ve yükselen güneşin ışığıyla görüyorum ki; aslında bütün o karanlıklar, o konuklar, o korkularmış benim bana ulaşmamı sağlayan.. Yok olmayıp ayakta tutan merhemlerim… Ve gördüğüm rüyalarım…
Şükrediyorum çektiğim sızılara… Şükrettikçe ve hayallerime dualarla devam ettikçe önüme çıkan yol işaretleri, önden eşlik eden masumiyetim beni daha büyük bir yola çıkarıyor. O zaman kadar geldiğim yolda yaşadığım sızılarla sarıldığım, sığındığım dualarımla hazırladığım apaydınlık, yaması değil parçası olduğum ait olduğum resmin yoluna… Ve şimdi ilerliyorum ufak ufak bu uzuuun yolda. Ama tamamlamam gereken yaması olduğum bir yolum da var. Tamamlamalıyım ki parçası olduğum resmin eksik parçası eksikliğini kapatacak bütünlüğe kavuşsun. Çok az bir yolum kaldı… Yürümeye çalışıyorum kocaman umutlarım küçük korkularımla. Korkuyorum... Çünkü bu yaması olduğun yoldaki tuzakların yolun sonunda beni oraya hapsedeceği düşüncesi ürkütüyor beni. Bunun için elimden tutulmasına ve güce ihtiyacım var. Gücüm için şekerlemeler veriliyor ve ben de dimdik yoluma devam etmeye çalışıyorum. Ama yolun sonuna geldiğimde ya elimden tutan olmazsa… Yol bitse de şekerlemelerle idare eder beklerim, belki kendi kendime el olurum kim bilir… Fakat ya bir el uzanmazsa, ya ben de kendime el olamazsam o zaman işte kara delik büyümeye başlar ve tükeninceye kadar çeker beni içine. Biri tutsun elimden diye tek ümidim, sığınağımsa yalnızca dualarım…
elsrose

Bir gün daha bitti kadrajımda...


21 Şubat 2011 Pazartesi

Tüken(me)

By morkedi ©

                Kopup gidiyorum hayattan kimi zaman... Kopup benliğimden bilinmezliklerde boğuşurken bazen mantığımı buluyorum. Aslında hiç kaybetmiyorum kendimi, kaçırdığım ve kaybettiğim için benliğimden uzaklaşıyorum sanki mantığımdan, duygularımdan ve hayattan...
                Suskunluğum çığlığımdır benim çağlayanlara dönüşen. Öyle zamanlar olur ki kafanda dönen bütün bir dünya damla olup oradan oraya savrulur durur. Bütün bir dünya oradadır işte hepsi toplanır o küçücük beyninize ve hep beraber sorunlarını döker ortaya. Bırakın çözüm bulmayı, sorunları bile dinleyemezsiniz. Hani o beyindir,  her şeyi o düşünür ya. Sonra öyle bir noktaya gelirsin ki sözlerin tükenir olanı da yitirirsin. Çözümsüz ve sonuçsuz bırakılan her bir mesele, durum sıfıra yaklaştırır, beni. Çeker aşağılara doğru,  her bir başarısızlık daha çok başarısızlığı beraberinde getirir ve çeker de çeker seni dibe doğru. Halledilmeyen her bir mevzuu halledilmeyip ertelenince de aynı anda hakkını aramaya gelince tüm dünya dolar işte beynine. O ufacık beynin de bütün bir dünyayı kaldıramaz işte zaten dibe doğru gidiş 0 ile noktalanmıştır. Ama artık öyle bir nokta olur ki sıfırı da tüketmeye geçersin bundan daha kötüsü de vardır sanırım, bulunacağın durumlardan hiç olmaya geçmek. Olmak istemediğin durumda kesinlikle budur. Sıfırı tüketmeden yetiş Ey Rabbiim, elimde kalan bir sıfırım olsun ki en azından sıfırdan başlamak için bir fırsatım olsun...
elsrose

17 Şubat 2011 Perşembe

Hayaller Gerçek, Gerçekse Koca Bir Rüya Olurmuş Meğer

By OnrPhotography©



Billur oldu gözlerimde, sığmadı pınarlara bu rüya. Bir tokat gibi inerken her soluk ruhuma bedenim de yerle bir oldu her defasında. Altı üstü bir rüyaydı aslında. Sadece bir rüya... Küçük bir çocuğun gördüğü rüya nasıl gerçek gelirse öyle gerçekti. O kadar saf ve duru. Küçük ellerini açan günahsız bir ağızdan dökülen dua kadar saf ve duru. Evet, bir çocuğun duasıydı bu çünkü ancak bir çocuğun hayal edebileceği bir şeydi, gerçeği göz ardı edeceği, hayal ürünü bir rüya. Gerçekleri göz ardı edebildiğim hayallerim, hayaldiniz belki ama gerçek olabilirdiniz. Şimdi ise bir rüya olup gittiniz. Çocukken kurduğum hayallerimin duaya dönüşmesi beni o hayallerimin gerçekliğine götürürdü. Yoksa beni de kandıran o çocukluğumuydu? Bir o kadar safiyane duygularla kurduğum hayallerimin duaya dönüşmemesi miydi gerçekleşemeden rüya olup gitmesi yoksa artık o kadar safiyane olamamak mıydı? Bir şeyler yarımdı sanki bir fidanın yeşermesi için yapacaklarını düşündüğünde olduğu gibi. Bir şeyleri eksik mi düşünmüştüm, hayalim eksik mi olmuştu ki güneşte yeşerdiğini unuttuğum tohumu loş bir ortama ekmek düşüncesine kapılmıştım. Unutmuştum gün gelip de bu düşüncelerin gerçek olabileceğini, hiç ihtimal vermemiştim hâlbuki.
                Günler geçer, aylar geçer, yıllar geçer bu hayalin bile hayal olur. Ama sen hayal değilsindir. Zamanın acımasızlığına karşı kuşandığın duaların seni hayal olan hayallerine ulaştırmak için beklerken sen bunun farkında bile değilsindir. Zannedersin ki nasıl olsa bu zaman bir şekilde geçer gider. Sen de şöyle böyle bir hayali seyyale kapılırsın, günü birlik ve o kadar basit. Çünkü zamanın çarkları arasında yoğrulurken kurduğun hayaller artık o kadar saf ve anlamlı değildir. Öyle hayaller kurarsın ki sadece zamanın çarkları seni öğütürken onu çıkardığı, kemiklerini kıran o çatırtılı sesleri duymamak içindir sadece, zamanın çarkları arasında bir sıvı gibi akıt gitmek varken... O çarklara inat ezilmemek varken sadece sesleri duymamak için kurduğun hayaller vardır artık. Ki öyle bir kıvama gelirsin ki uyuşan bedenin içinde kemiklerinin varlığını bile unuturcasına savrulursun oradan oraya. Kendinden bile habersizken hayal bile kuramaz hale gelirsin ve iyi kötü kendinden geçmeden önceki hayallerini hayata geçirmeye çalışırsın.
                Gün gelir hadi derler hani bir hayalin vardı ya senin onu gerçekleştirebilirsin, işte fırsat. Hani şu rüyalarını gördüğün, dualarına konuk ettiğin, ona dair bir katresiyle karşılaştığında seni heyecanlandıran hayalin. Hâlbuki senin için hayal olan o hayali hatırlayamazsın bile. Gönlünün bir yerlerinde olan ve seni heyecanlandırdığında senin bir parçan olduğunu hissettiğini unuttuğun hayalin.  Bir heyecan uyanır nedensiz. Karşına çıkan şeyin; hayalini gerçekleştireceğin bir fırsat olduğunu bilemezsin. Bir yola girersin sana gösterilmiş bir yola, bakarsın ki buradaki her şey çok tanıdık sana. Tabelalar, yol çizgileri, yollardaki taşlar… Hayalini hatırlarsın, nasıl oldu da buraya geldim dersin, inanılmaz bir sevinçle tekrar girersin hayalinin içine. Bakarsın ki gördüğün rüyalar, zamanın çarkları arasındaki ezilmişliğim hepsi hepsi aslında bu hayale gebeymiş dersin. Sen bile hayalini kurarken bu hayalin gerçekliğinin, aslında bu gerçekliğe hazırlandığını görürüsün. Fakat yaşadığın süre içinde kendini buna hazırlamayışın şartlar ne kadar uygun olsa da seni bu hayalinden uzaklaştırır. Tıpkı hayalini kurduğun bir trenin bulunduğun diyarlara uğramasını bekleyip de ansızın hayal olan o  tren geldiğinde hazır olmayışın sebebiyle o treni kaçırman gibi. Sonra da bu tren hayal olur, rüya olur gider dağların arasından…
                Gün geldi hayalini gerçekleştir dendi, unuttuğum hayallerim ayağıma geldi ve ben unuttuğum ve unuttuğum için kendimle beraber peşini bıraktığım hayallerimi gerçekleştirme fırsatını kaybettim. Ve hayalim gerçek olacakken bir rüya oldu. Rüya; hem de uyanıkken görülmüş hücrelerine kadar seni etkileyen ve mutlu eden koskoca küçücük bir rüya oldu ve gitti.
elsrose